bag-bahce

Gözümün Gördükleri

[vc_row][vc_column width=”1/2″][vc_single_image image=”8229″ img_size=”full”][/vc_column][vc_column width=”1/2″][vc_column_text]Uyku tutmadı. Kalktım.
Bu hikayeyle kalktım aslında. 2018 yazında, Temmuz’dayız. Saat sabah 08:09 16 Temmuz 2018 Çeşme.
Aklıma, ya sabahları, ya geceleri geliyor bazı detaylar. Zihnim, gün içinde yorgun oluyor işle ilgili veya başka detaylarla ilgili, diğer konuları düşünmeye vakit bulamıyorum ya da düşünsem de kağıda dökmeye, pardon bilgisayara/telefona yazmaya vakit bulamıyorum diyelim (kağıt mı kaldı artık desene selim? Dönem teknoloji dönemi)
Ya da sistem buna müsait değil belki de.
Birileri sanki düşünmemizi istemiyor gibi!!!
Kim bu birileri? Küresel güçler diyelim.

Veya tam tersi bu dönemin insanı beyninin düşünme bölümünü kullanmak istemiyor (buraya çok güzel argo gider yazdım sildim. Çünkü hayvan isimlerini kullanmayın diyorlar sonra.) Örneğin sığır misali… Neyse hikayeye giremedim henüz farkındaysanız…

Şu sıralar da Soner Yalçın okuyorum.  Saklı seçilmişler . Bu adam bir değişik gazeteci.
Neden mi?
Bu kadar detayı araştırma, yakalama, kaydetme ve ortaya çıkarma konularında usta. Asperger olabilir mi acaba düşünüyorum? (üstün özellikle olduğundan dolayı, iyi niyetle yazılmış bir benzetme bu…)
Kitabın etkisinde kalmış olmalıyım ki dedem geldi aklıma. Muammer bakkalın hikayesi ile Soner Yalçın bağlantısını hikayeyi sonuna kadar okuyunca kuracaksınız. (dedemin mekanı cennet olsun, Allah c.c. taksiratını affetsin inşallah)[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row][vc_row][vc_column][vc_column_text]1978 doğumluyum. Bu aralar 40’lı yaşlarında oluyorum. Konuyla bir alakası olmasa da bana içten içe bir olgunluk veriyor sanki bu sayısal detayı belirtmek:)
90’lı yıllarda dedemle bakkalda çalıştığım günlerden bahsedeceğim.
Nerdeyse 1 km uzaktan, Gazhane’nin oradan, çift dingilli BMC kamyonetin Okmeydanı dereyolu yokuşunu çıkarken motorunun zorlanışları gelirdi kulağımıza, bakkala.
(Güven al bakkaliyesi Sivas’dan, önce Ankara’ya, sonra İstanbul’a göçüşün hikayesi aslında.) Kamyonetin kasası tepeleme doluydu. Çuval çuval unlar, şekerler, bakliyatlar, neler neler.
Köşeyi zor dönen BMC’nin içinden şoför ve hammal inerdi. Sanki kamyoneti yokuşta sırtlarında taşımışlar gibi yorgundu ikisinin de yüzleri. Ama gülümserlerdi. Her seferinde Selamûnaleyküm Muammer amca derlerdi. Kapı açılırdı. Daha önce ki günlerde gelen Yüksel abinin (ismini tam hatırlayamıyorum benzetme veya uydurma olabilir) aldığı siparişler bakkala bir bir inerdi. İşte tam da bunun adı ticaretdi.
Bu ticareti elimizden aldı birileri!
Birileri elimizden alırken bizde dur alma demedik, hoşumuza gitti ve bunun bir parçası olduk maalesef.
Yüksel abi dedemle çok uzun yıllardır çalışırdı. Aralarında bir güven ilişkisi vardı. Markasını hatırlayamadığım arabasıyla gelirdi mahalleye. Gerçi o sıralar araba markası çok yoktu. Ya Ford Taunus , ya Tofaş kuş serisi Doğan Kartal Şahin (Murat 124 namıdiğer Hacı Murat ne zaman bu 3 lüye katıldı onu hatırlamıyorum:) ) veya da Renault 12 ts ler vardı. Yüksel abinin sanırım Ford’u veya kartalı vardı. Kulağının arkasına sıkıştırdığı tükenmez kalemi ile gelir, günaydın muammer amca der, kolunun altındaki siyah çantasından çıkardığı sipariş fişi ile bakkaldaki stokları kontrol eder, dedemden eksik sipariş aldıysa önerisini de verir siparişini tamamlar ve giderdi. Seri yüksel diyebilirim kendisine:) Hiç hatırlamıyorum yayvan yayvan hareket edip işi savsakladığını yüksel abinin. Hızlıydı.

Yol boyu bakkalları veya marketleri dolaşır (market o yıllarda az vardı, şimdiki mini Migros boyutlarında o da) siparişlerini alır gider, sonra 1 hafta içinde BMC’de ardından dağıtırdı malları. O emektar BMC nerede şimdi acaba? Ticarete vesile bir araç olduğu için bence müzeye kaldırılmalıydı. Onca ailenin geçim kaynağı oldu sonuçta.
Bu alışverişte para hiç yoktu. Mahalleliye mal satılır, para alınır ve sonra ödenirdi Yüksel abinin parası.
Kredi kartı yok, pos cihazı yok, çek yok, senet yok, temiz insanlar ve güven dolu her yer. (çek, senet varsa da kullanıldığını pek görmedim bakkalda)
Mahallede nakliyeci İsmet abiler, sütçü Ali abiler, taksici 34 the 03 plakasıyla Abdullah amcalar, marangoz ali abiler, Fadime ablalar, müştaklar, nalbur Seyfi abiler, Güleser ablalar sayılı aileler var yani. Herkes herkesin evini barkını bilir komşuluk 10 numara:) hasetlik yine insanın doğası gereği içte olsa da tam belli edilmezdi.

Dedem zengindi. Mahallenin neredeyse ilk telefonu bizdeydi, ilk sıfır arabası kırmızı Renault 12 steyşın vagon bizdeydi, ilk siyah beyaz televizyon bizdeydi. Apartman dikilmişti, ne zaman alındı veya yapıldı o kısmını bilmiyorum ama 4 daire vardı. Teyzemler, biz dedemler, dayımlar . 4 ev neredeyse o bakkaldan, direk olmasa da indirek olarak da bir şekilde etkilendik. Yeri geldi önünü süpürdük, yeri geldi gazeteleri dizdik veya topladık, yeri geldi çekirdeğini yedik… Yeri geldi satış yaptık.
Bu hikaye kafamı toplarsam daha da uzatılabilir..yazıp yazıp web sitemde yayınlamak isterim aslında bir ara.
Sonra bakacağım buna.[/vc_column_text][vc_column_text]Şimdilerde bakkallar var ama çok az, şimdilerde büyük marketler var. Büyük küresel güçlerin büyük marketleri var. Migros, Carrefour, Şok vb. gibi gibi… Bunların içinde bizlere istediklerini yedirip içiriyorlar.
Biz tüketici olarak küçük esnafı yaşatmanın yollarını aramalıyız.
Alışverişleri buradan yapmalıyız. Mahalle manavı, kasabı, bakkalı ile alışveriş yapmalıyız. Paramızın gittiği yer yine kendi ekonomimizin içindeki bakkal Zeki abi veya bakkal Kılıç Ali abi olmalı. Bizim üzerimizden birileri para kazanıyor. Paranın akış yönünü değiştirmek gerekli.
Rahmetli Özal zamanında başlayan, AK Parti ile devam eden bir kapitalist sistem çılgınlığı var. Buna tam olarak ne denir bilemiyorum büyüme mi, özelleşme mi, tekelleşme mi???
Avm kültürü ile Toki kültürü ile İnşaat kültürü ile köyler boş kaldı!!! Buna büyüme mi deniyor yoksa tam tersi mi?
Bildiğim bir şey var paranın akış yönü değişmeli.
Bu sebeple tüketici olarak, T.C. VATANDAŞI olarak alış veriş yaptığımız her şeyin nereye kime hangi güçlere gittiğini iyi hesaplamak araştırmak gerekiyor.
Günümüzde savaşlar artık ekonomi ile yapılıyor. Bunu unutmamalıyız.
Şuursuz şekilde Starbucks’lar, Cola’lar, Mc Donalds’lar, Iphone’lar vb. gibi küresel markalara hizmet eden yerlerden alış veriş yapmayı bir kez daha gözden geçirmeliyiz.
Kısaca “Saklı Seçilmişler”i okuyun.[/vc_column_text][vc_column_text]Not: Bu bir siyaset içerikli yazı değildir, durum değerlendirmesidir. Köylere toprağa nasıl dönmeli yavaş yavaş onu düşünmeli. Sistem o zaman işlemeyecek işte. Yani dönen çarkın dişlilerine koca odunu sokmuş olacağız.

Kredi kart aboneleri çoğalmadıkça, faiz ödemedikçe, yeni yeni arabalar alıp pahalı benzinler almadıkça, avm lerde dolaşmadıkça, lüks telefonlardan almadıkça, pahalı alışverişler yapmadıkça, cep telefonunda paylaşımlar az yaptıkça, dizileri izlemeyip tv yi kapattıkça ,yatırım için bir daire daha almadıkça, üretim için düşündükçe, köydeki toprağı nasıl ektirebiliriz bunu düşündükçe, bu sistemin çarklarının dönüşünü yavaşlatabiliriz.[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]